'İslam Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü' çağrısı

  • Güncelleme: 01.12.2019 23:01
'İslam Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü' çağrısı

Akademisyenler, İslami Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonun (ISESCO) Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde cuma namazı sırasında Müslümanlara yönelik terör saldırısının gerçekleştirildiği 15 Mart'ın Birleşmiş Milletler (BM) tarafından "İslam Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü" olarak ilan edilmesi çağrısı ile ilgi değerlendirmelerde bulundu.

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi (İZÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır, ISESCO'nun çağrısını "yerinde bir çağrı" olarak niteleyerek, bu çağrının ISESCO tarafından değil de bizzat İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) tarafından yapılmasının çok daha etkili olabileceğine dikkati çekti.

Hıdır, "Cumhurbaşkanımızın bunu BM'ye taşıyacak olması da oldukça önemlidir. Zira günümüzde İslamofobi özellikle ABD ve AB ülkelerinde aşırı sağ partilerin ve ex-Müslüman grupların söylem ve eylemleriyle artık iyice ırkçılık-kültürel ırkçılık ve nefret söylemi olarak tezahür etmektedir. 1,5 milyarı aşkın nüfusa sahip Müslümanlar olarak bunu önleyecek hukuki ve kurumsal mekanizmalardan da maalesef mahrumuz. Yani nüfusumuz nüfuza dönüşmüyor." diye konuştu.

11 Eylül 2001 sonrası yepyeni bir aşamaya geçen İslam karşıtlığı-İslamofobi-kültürel ırkçılık konusunda Müslüman ülkelerin atması gereken önemli adımlar olduğunu vurgulayan Hıdır, geçtiğimiz aylarda bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın girişimiyle Türkiye, Pakistan, Endonezya ve Malezya'nın bu konuda mücadele edecek kanal kurulması kararının İslamofobi ve İslam karşıtlığının niteliğini tespit ve bunu önlemek için neler yapılabileceği bakımından oldukça yerinde bir adım olduğunu kaydetti.

Hıdır, şöyle devam etti:

"Her şeyden önce İslamofobi konusundaki ilk adımlardan biri, İslam ve Müslümanlara yönelik medya manipülasyonlarının, kasıtlı kirli bilgilerin, Batılı muhayyiledeki dini, ideolojik, tarihi kökenlerinin oryantalistik ve teo-politik propagandalarla bunda rol alan içsel ve dışsal aktörlerin farkında olunması, bu konuda bilinç oluşturulmasıdır. Daha sonra da bu konuda soyut söylemlerden ziyade kısa ve uzun vadeli somut adımların atılıp bunların da ciddi olarak takibine ihtiyaç vardır. Tabir yerinde ise buna tespit-teşhis-tedavi şeklinde '3T' formülü de diyebiliriz. Zira Müslümanlar ve İslam dünyası olarak bu tür konularda en önemli eksikliklerimizden biri, şu veya bu sebeple, önce envanteri ortaya koyup tespit edememektir. Tespiti doğru yapsak bile doğru teşhisi ortaya koyamamak ve dolayısıyla doğru tedavi planını da uygulayamamaktır."
"Homeland"

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serhat Ulağlı da İslamofobinin basit bir korku değil, imal edilen bir siyasal korku, düşmanlık ve nefret suçu olduğunu belirterek, "İslamofobik akımlara dur denilmezse bu beraberinde şiddeti ve terörü getirecektir." dedi.

Sözde din adına yapılan terörist saldırılar neticesinde İslam hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan kitlelerin, İslam karşıtı grupların elindeki medya organları ve sosyal medya araçları vasıtasıyla İslam'ın bir şiddet dini olduğu izlenimine kapıldığını, İslam'a ve onun takipçilerine karşı cephe alabildiğini ifade eden Ulağlı, "Kimi zaman bu durum Müslümanlara karşı işlenen sözlü ve fiziki saldırıları beraberinde getirmektedir. Kuşkusuz bu terör-İslamofobi sarmalından çıkmadan sorunun çözülemeyeceği açıktır. İslam'ın terörle ilişkilendirilmemesi içinse Kuran'ın bu konuda neler söylediğinin dikkatli bir şekilde incelenmesi ve Dünya kamuoyuna yansıtılması gerekmektedir." ifadelerini kullandı.

Ulağlı, Batı'nın, medya ve sanatın gücünü kullanarak terörün en büyük mağdurunun Batılı ülkeler olduğu izlenimini oluşturduğuna dikkati çekerek, bazı Batılıların da İslam'la ilgili algıları istedikleri gibi şekillendirerek, Müslümanları terörist veya şiddet yanlısı insanlar olarak sunabildiğini vurguladı.

"Nitekim ‘Homeland' gibi diziler Müslümanları kolaylıkla teröre ve şiddete meyledebilecek kişiler olarak sunmakta; birçok güçlü Batı medyası Müslümanları terörist olarak gösteren programlar yapmaktadır” diyen Prof. Dr. Ulağlı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kuşkusuz medya ve sanatın gücüyle başa çıkmanın en iyi yolu bu konuda yakınmak değil, sanat ve medyanın gücünü aynı şekilde kullanarak karşı farkındalık oluşturmaktır. Bu çerçevede Batı kamuoyunda oluşan bu algıyı değiştirecek güçlü yayın kuruluşlarına sahip olmak ve programlar yapmak zorundayız. Bu çerçevede İslamofobinin sadece Müslümanları ilgilendiren bir sorun olmadığının dünya kamuoyunca anlaşılmasını sağlayacak film, dizi, belgesel vs. programlar yapmalı, sosyal medya aracılığıyla en geniş kitlelere ulaşmalıyız. Terör örgütleri bilhassa İslamofobinin sonuç vereceği yerlerde eylemler yaparak bu terör-İslamofobi sarmalını sürdürme ve daha da derinleştirme amacını taşımaktadırlar. Dolayısıyla İslamofobinin sadece Müslümanları ilgilendiren bir sorun olarak değil, tüm toplumu ilgilendiren bir hastalık olarak görülmesi ve mücadele edilmesini sağlayacak zeminler oluşturmalıyız."

Ulağlı, aşırı sağcı, ayrımcı, ırkçı hareketlerin giderek Avrupa merkez siyasetini belirleyen bir nitelik kazandığını kaydederek, İslam karşıtlığının sadece Müslümanların değil Batı dünyasının da temel bir problemi olduğunu söyledi.

Prof.Dr. Ulağlı, sözlerini, "Bütün bu değerlendirmeler ışığında Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada da ifade ettiği Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde cuma namazı sırasında Müslümanlara yönelik terör saldırısının gerçekleştirildiği 15 Mart'ın BM tarafından 'İslam Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü' olarak ilan edilmesi çağrısı vakit geçirilmeden hayata geçirilmelidir." diye tamamladı.

Anahtar Kelimeler: