ABD ve Çin arasında devam eden gerilimli mücadele hegemonik bir savaştan ziyade, iki tarafın da birbirini yıpratmasına dönük, uzatılmış gayrinizami bir savaşa doğru gidiyor. Stratejik rekabetin giderek derinleştiği ilişki biçimi, aheste bir biçimde yeni bir soğuk savaşın temellerini atıyor. Rekabetin düşmanlığa dönüşme olasılığını barındıran bu süreç, aynı zamanda sistemi bir düzensizlik anaforuna doğru çekiyor.
Savaşın doğası ve Çin’in “sınırsız savaşı”
Clausewitz her çağın kendi “savaşını” yaratacağını özellikle belirterek savaşın her yeni durum karşısında özelliklerini belli bir ölçüde değiştiren “bukalemun” karakterine vurgu yapar. Buradan hareketle, savaşın doğasına ilişkin yapılacak değerlendirmelerde “belli ölçülerde” aktörlerin ve araçların değiştiğini ya da genişlediğini söylemek mümkündür.
Günümüzde savaşlar artık toplumsal, siyasal ve teknolojik cephelerdeki mücadeleleri de kapsayan bir dönüşüme uğramış görünüyor. Vekalet savaşlarından “dördüncü nesil” savaşa kadar birçok tanımlama, düzenli savaşın temel unsuru olan “muharebeleri” devreden çıkaran yeni bir gerçekliği anlamaya ve açıklamaya çalışıyor. Kısacası, savaşın tabiatını anlamaya çalışan bir çabanın, aynı zamanda yeni dönemdeki çatışmaların seyri açısından önemli olduğunu vurgulamak gerekir.
Bu yeni gerçeklikte aktörler ve muharebe alanları silikleşmiş, asker ve sivil ayrımı önemini kaybetmiş görünüyor. Küresel güçler arasındaki mücadeleler sınırsız bir çerçevede, farklı alanlarda zuhur etmeye başladı. Dünya liberal hegemonik yapının giderek aşındığı ve belirleyiciliğini kaybettiği bir dönemden geçiyor. Bununla beraber, askerî olmayan hususların yoğunlukla kullanıldığı yeni bir savaş biçiminden söz ediliyor: “Hibrit savaş” olarak adlandırılan bu yeni biçimde asıl amaç, silahlı çatışmanın gerekliliğinin hafifletilmesi olarak vurgulanıyor.
Askeri müdahale seçeneklerinin sürekli masada olduğunu vurgulayan liderlerin, yaptırım güçlerini kaybettiği ve uluslararası güvenliği ilgilendiren konularda manevra alanlarının giderek daraldığı çok kutuplu bir ortama geçiş söz konusu. Bu geçiş aynı zamanda hibrit çatışma biçimlerinin de artmasına ve genişlemesine neden oluyor. Uluslararası sistem mütereddit bir güvenlik boşluğu içerisinde.
Çin’in savaşın doğasına dair tarihi ve felsefi pratikleri de yeni dönemin savaş biçimine dair önemli veriler sağlıyor. Örneğin Mao “halk savaşı” teorisini ortaya koyarken özellikle Çin tarihindeki köylü ayaklanmalarından ve Sun Tzu’nun yıpratma taktikleri ve stratejik ricat gibi hususlarından etkileniyor. Mao hızlı bir sonuç yerine, güçlerin geniş bir alana yayıldığı ve stratejik eylemlere yönelen uzatılmış (protracted) bir savaşı öneriyor. Mao’nun ortaya koyduğu teori aslında Çin ordusunun stratejik yaklaşımlarında hâlâ önemli bir yer tutuyor.
Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nda görevli iki albayın 1999 yılında yazdığı “Sınırsız Savaş” (Unrestricted War) isimli kitap, Çin’in askeri çabalarını tüm alanlara yaydığı bir “halk savaşı konseptinden” bahsediyor. Söz konusu kitabın, özellikle ABD’li şahin kanat tarafından Çin’le ilgili sıklıkla atıf yapılan bir eser olduğunu da hatırlatmakta fayda var.
Teknolojik yeniliklerin askeri taktikler, strateji ve organizasyonda nasıl bir devrim yarattığını araştırmaya çabalayan Sınırsız Savaş siber saldırılar, ticaret ve finans savaşları dâhil, sivillerin de içinde olduğu yeni savaş türlerini tartışıyor. Albay Çiao Liang ve Wang Şiangsui’nin yazdıkları bu kitapta özellikle “ticaret savaşları” kavramını öngörmeleri, savaşın değişen doğasına dair önemli bir tespit olarak görünüyor.
Çin’in savaşın doğasına dair stratejik ve tarihi yaklaşımıyla ABD’nin SSCB ile yaşamış olduğu tarihi tecrübe dikkate alındığında, iki güç arasında gerilen ilişkilerin “çağımızın yeni soğuk savaşına” dönüşme ihtimali giderek güçleniyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD öncülüğünde kurulan Batı merkezli hegemonik söylem, artık tükeniş belirtileri gösteriyor. Kurulu sistemin sorunları çözme kapasitesinin aşındığını söylemek mümkün. Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber oluşan yeni düzenin tahkim edilememesi, küresel bir yönetişim uyumsuzluğu ortaya koymuş durumda.
ABD’nin Çin’i çevrelemesi kendine özgü yeni bir soğuk savaşı tetikliyor
Askeri müdahale seçeneklerinin sürekli masada olduğunu vurgulayan liderlerin, yaptırım güçlerini kaybettiği ve uluslararası güvenliği ilgilendiren konularda manevra alanlarının giderek daraldığı çok kutuplu bir ortama geçiş söz konusu. Bu geçiş aynı zamanda hibrit çatışma biçimlerinin de artmasına ve genişlemesine neden oluyor. Uluslararası sistem mütereddit bir güvenlik boşluğu içerisinde; parçalanmaya dönük bir “momentumu” da içerisinde barındıran düzensizlik belirtileri gösteriyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD öncülüğünde kurulan Batı merkezli hegemonik söylem, artık tükeniş belirtileri gösteriyor. Kurulu sistemin sorunları çözme kapasitesinin aşındığını söylemek mümkün. Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber oluşan yeni düzenin tahkim edilememesi, küresel bir yönetişim uyumsuzluğu ortaya koymuş durumda. 2001 yılında ABD’de Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırının ve 2008 yılında yaşanan küresel finansal krizin, ABD’nin yönetişim pratikleri üstünde sarsıcı etkileri oldu. Yaşanan bu iki gelişme, uluslararası güvenliği ve küresel ekonomiyi bir belirsizlik içerisine sürükledi.
ABD Çin’i “stratejik bir rakip” olarak tanımlıyor ve adı konulmamış bir “kuşatma stratejisini” aşama aşama hayata geçirmeye çabalıyor. Çin’in hedefi ise çok kutuplu bir uluslararası sistem tahayyülünü söylemsel düzeyde inşa etmeye çabalayarak bu kuşatmayı yarmak.
Bu sarsıcı etkiler aynı zamanda Batı merkezli hegemonik söylem içerisinde çelişkilerin artmasına neden oldu. Bununla beraber, küreselleşmenin teknolojik yeniliklerle beraber ortaya koyduğu muazzam “devinim”, sistemik sorunların kristalleşmesini hızlandırdı. “Tarihin sonu”nu ilan eden fikri beyanlar, ABD’nin dünyanın geri kalanına “kibirli” yaklaşmasına neden oldu. Bu kibirli yaklaşım ise küresel bir “rahatsızlar” topluluğu oluşturdu.
Hong Kong, Tayvan, Kuşak-Yol Girişimi ve ticaret savaşları üzerinden başlatılan ve ABD’nin Çin’i “çevreleme” stratejisinin birer parçası olarak değerlendirilen bu unsurlar giderek “yeni soğuk savaş” belirtileri göstermeye başladı.
Rusya ve Çin’in başını çektiği bu topluluğun ABD öncülüğündeki sistemsel yapıyı, özellikle güvenlik mimarisi üzerinden tenkit ettiğini söyleyebiliriz. Bugün ABD ve Çin arasında devam eden çatışmacı söylemi, bu pratiklerin ve sorunların sistemik düzeye yansıması olarak değerlendirmek mümkün.
ABD ve Çin’in sistemin iki önemli gücü olarak karşı karşıya gelmesi iki tarafta da bir reaksiyona neden olmuş durumda. ABD Çin’i “stratejik bir rakip” olarak tanımlıyor ve adı konulmamış bir “kuşatma stratejisini” aşama aşama hayata geçirmeye çabalıyor. Çin’in hedefi ise çok kutuplu bir uluslararası sistem tahayyülünü söylemsel düzeyde inşa etmeye çabalayarak bu kuşatmayı yarmak. Hong Kong, Tayvan, Kuşak-Yol Girişimi ve ticaret savaşları üzerinden başlatılan ve ABD’nin Çin’i “çevreleme” stratejisinin birer parçası olarak değerlendirilen bu unsurlar giderek “yeni soğuk savaş” belirtileri göstermeye başladı.
Aslında bu belirtiler resmi anlamda ilk olarak 2017 yılının sonunda yayımlanan ABD’nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde ortaya çıktı. ABD Çin’i ve Rusya’yı stratejik rakip olarak tanımladı; özellikle Çin’le olan ilişkileri ulusal güvenlik temelinde algılamaya başladı. Hatta daha sonra Huawei gibi Çin menşeli bazı firmaları ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımlamaya başladı. Yine ABD tarafından 1 Haziran 2019 tarihinde yayımlanan Hint-Pasifik Strateji Raporu’nda da büyük güç rekabetine dikkat çekilirken, Çin ve Rusya en önemli “rakipler” olarak ortaya konuldu.
Çin ise ABD’nin bütün bu “tanımlama” çabalarına dört yıl aradan sonra “Yeni Dönemde Ulusal Savunma” isimli beyaz kitabı yayımlayarak bir anlamda cevap vermeye çalıştı.
Çin hegemonya aramıyor ama ABD’yle stratejik rekabeti kabul ediyor
Ticaret savaşlarının giderek genişlemesi, Hong Kong’da devam eden olayların derinleşmesi ve ABD’nin Tayvan’a tarihin en büyük silah satışını yapmaya hazırlanması gibi olaylar, Çin tarafından ABD’nin “kuşatması” ya da “çevrelemesi” olarak algılanıyor. Öyle ki Çin’de giderek yükselen bir fikri algı “Çin ne yaparsa yapsın ABD Çin’i çevrelemeye çalışıyor” şeklinde.
Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi Enformasyon Bürosu tarafından 22 Temmuz 2019 tarihinde yayımlanan “Yeni Dönemde Çin’in Ulusal Savunması” başlıklı beyaz kitapta ABD’nin küresel istikrarı bozan eylemleri özellikle belirtiliyor ve Çin’in nasıl bir pozisyon aldığı konusunda belirleyici bir tutumun hakimiyeti görünüyor. Özellikle “yeni dönem” vurgusu, savaşın doğasına dair dönüşüm ve “sınırsız savaş” kavramıyla beraber değerlendirildiği zaman önem kazanıyor. Raporun başlığındaki “yeni dönem” ibaresinin Asya-Pasifikteki güç dengesindeki değişimini mi, yoksa ABD’yle giderek yoğunlaşan stratejik bir rekabet dönemini mi işaret ettiği belirsiz. Daha ziyade, mücadele edilmesi gereken alanların giderek fazlalaştığı ve karmaşıklaştığı bir “yeni” döneme işaret ediyor gibi.
Konuyla ilgili 2015 yılında yayımlanan son beyaz kitapta, karasal askeri güce önem veren geleneksel zihniyetin terk edilmesi, deniz güçlerine ağırlık verilmesi ve siber gücün gelişiminin hızlandırılması gerektiği şeklinde tespitler olduğunu da ekleyelim. Bu arada, 2015 yılında yayımlanan beyaz kitabın başlığının “Çin’in Askeri Stratejisi” (China’s Military Strategy) olduğunu da not edelim. Yeni beyaz kitabın başlığı ise daha çok “savunma” kavramına odaklanmış durumda. Bu değişimin altını çizmek gerekiyor.
Son yayımlanan raporda, ABD’nin kuşatma çabalarına karşılık, Çin tarafının “hegemonya” aramadığını özellikle vurgulaması ise dikkatlerden kaçmıyor. Ancak bununla beraber, Çin’in askeri güç açısından diğer güçlerin gerisinde kaldığı yorumu yapılıyor. Uluslararası stratejik rekabetin arttığı belirtilen raporda ABD’nin büyük ülkeler arasındaki rekabeti kışkırttığı ve yoğunlaştırdığı, bunun da savunma harcamalarını önemli ölçüde artırdığı vurgusu yapılıyor.
Çin yayımlanan raporda modern ve yüksek teknolojiye sahip bir ordu kurmayı planladığını belirtiyor ve ABD’yi küresel stratejik istikrarı zayıflatmakla itham ederken Tayvan’ın bağımsızlığı konusuyla ilgili de uyarıda bulunuyor. Ayrıca Çin’in deniz aşırı çıkarlarını korumak için “uygun” mekanizmalar geliştirdiğini belirtmesi de dikkat çekici bir husus olarak göze çarpıyor. Bu arada uzmanlar Çin’in 2035 yılına kadar en az altı uçak gemisine sahip olacağını tahmin ediyor.
Raporda Tayvan konusunda “barışçıl yeniden birleşme” vurgusu hâkim. “Çin Halk Cumhuriyeti Kurtuluş Ordusu Tayvan’ı Çin’den ayırmaya çalışan herkesi kararlı bir şekilde yenecektir” cümlesi, Çin’in Tayvan konusundaki hassasiyetini göstermesi açısından önemli. ABD’nin Tayvan’a silah satışı ise “provokatif” olarak tanımlanarak kabul edilemez bulunuyor.
ABD’nin ulusal güvenlik ve savunma stratejilerini tek taraflı olarak dikte ettiğini vurgulayan rapora göre, bu durum ülkeler arasındaki rekabeti kışkırtıyor ve yoğunlaştırıyor. Ayrıca savunma harcamalarını önemli ölçüde artırdığı için küresel stratejik istikrarı zayıflatıyor.
Raporun dikkat çekici bir başka vurgusu ise Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile ilgili. ŞİÖ’nün üçüncü tarafları hedef almayan, güvenlik ve savunma işbirliğini genişleten ve bölgesel güvenlik temelinde bir işbirliği için yapıcı bir ortaklık kurduğu vurgusu yapılıyor.
Çin’in ittifaklar yerine ortaklıkları savunduğu ve hiçbir askeri bloğa katılmadığının özellikle altının çizildiği raporda bu vurgunun, Çin’in “çok kutuplu uluslararası sisteme” olan iştiyakını da yeniden ortaya koyduğunu söylemek mümkün.
Raporda geçen “ABD liderliğindeki Batı Çin’i korkutamayacağını anlamalıdır” cümlesi, aslında Çin tarafının stratejik rekabeti kabul ettiğini gösteren dikkat çekici bir emare. Ayrıca “gelişmekte olan ülkelerin gücü artmaya devam ettikçe, uluslararası stratejik rekabet artıyor” diyen rapor, küresel anlamda bir rekabet ortamının genişlediği tespitini onaylıyor.
ABD ve Çin arasında devam eden çatışmalı ilişkiyi “soğuk savaş” olarak tanımlamak için henüz erken. Ancak soğuk savaş belirtileri gösteren bir yönelim olduğunu ve stratejik rekabetin yoğunlaşarak bir düşmanlığa ya da kendine özgü yeni bir soğuk savaşa dönüşmeye başladığını söyleyebiliriz.
Yeni dönemin “akıllı savaşları”
Raporda “akıllı savaş” (intelligent warfare), yapay zekâ gibi kavramlara atıf yapılarak bilgi teknolojileri (BT) tabanlı yüksek askeri teknolojilerin yeni dönemde çok daha gerekli olduğunun altı çiziliyor. Küresel askeri rekabetin yoğunlaştığı belirtilirken yapay zekâ (AI), kuantum bilgisi, büyük veri, nesnelerin interneti gibi en son teknolojilerin uygulanması askeri alanda hız kazanıyor tespiti de dikkat çekiyor.
Özellikle siber alana yapılan bu vurgu, günümüz çatışmalarının farklı cephelerde yoğunlaşmasının da bir onayı olarak okunabilir. Dünyada yapay zekâ konusuna en büyük bütçeyi ayıran ülkenin Çin olduğu hesaba katıldığında, Çin’in bu yeni döneme nasıl hazırlandığıyla ilgili fikir yürütülebilir.
Çin Halk Cumhuriyeti ordusunun idari yapısında yapılan değişikliklerle beraber asker sayısının azaltılması ise maliyete dönük ve manevra kapasitesi yüksek bir ordunun hedeflendiğini ortaya koyuyor. Bununla birlikte, askeri harcamalarla ilgili de önemli hususlar içeren raporda, Çin’in savunma harcamalarının 2019 yılında yüzde 7,5 artmasının planlandığı belirtiliyor. Çin’in 2017’deki savunma harcamasının ABD’nin askeri harcamasının dörtte birinden az olduğu ve Çin’in ekonomik büyümesiyle beraber orduya yapılan harcamaların birbiriyle uyumlu olduğunun altı çiziliyor.
Çin’in “Yeni Dönemde Ulusal Savunma” isimli raporu, 1999 yılında yayımlanan Sınırsız Savaş isimli eserde ortaya konulan hususlarla uyumlu görünüyor. Asker mevcudunun azaltılması, maliyetlerin kontrol edilebilir seviyelerde tutulması ve konvansiyonel çatışmalardan ziyade harp alanı dışında kalan çatışma alanlarının öne çıkarılması buna işaret ediyor.
Özellikle askeri alanda yaşanacak teknolojik yeniliklere odaklanan raporun yapay zekâ vurgusunu önemli bir husus olarak okumak mümkün. Bu husus aynı zamanda savaşın muharebe alanlarından toplumsal ve ekonomik ilişkilerin bulunduğu tüm alanlara sıçradığını onaylayan bir tespit olarak da öne çıkıyor.
Dünyanın giderek İkinci Dünya Savaşı öncesindeki belirsizlik ortamına döndüğü ve bu belirsizliğin söz konusu küresel güçlerin eylemlerine biçim verdiği görülüyor. Ancak “yeni dönemin” belirleyici özelliklerini de hesaba katmak gerekiyor. Küreselleşme ve teknolojik gelişmelerin ortaya koyduğu “yeni normal” İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasından çok farklı. Bugün ABD ve Çin’in ilişkileri tamamen birbirine geçmiş durumda. Ayrıca ABD-Çin rekabetinde, ABD-SSCB rekabetinden farklı olarak, tamamen yeni olan çatışma alanları mevcut.
Clausewitz’e tekrar kulak verirsek, savaşın ilk nedeni olan siyasi amaç hem askeri operasyonların hedefini hem de bunun için gerekli çabaların ölçüsünü belirleyecektir. Dolayısıyla ABD ve Çin arasındaki ilişkide, özellikle ABD açısından Çin’in ideolojik bir rakip olarak algılanması, aynı zamanda savaşın boyutunu belirleyecek önemli bir husus olarak öne çıkıyor. Bu algı meselesi Çin için de geçerli.
Sonuç olarak, ABD ve Çin arasında devam eden çatışmalı ilişkiyi “soğuk savaş” olarak tanımlamak için henüz erken. Ancak soğuk savaş belirtileri gösteren bir yönelim olduğunu ve stratejik rekabetin yoğunlaşarak bir düşmanlığa ya da kendine özgü yeni bir soğuk savaşa dönüşmeye başladığını söyleyebiliriz.
[ABD-Çin İlişkileri ve Çin’in dış politikası alanında çalışmalarını sürdüren Hüseyin Korkmaz Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Uluslararası Güvenlik Ana Bilim Dalı’nda doktora adayıdır]